Birkaç gün önce Metehan Altunbaş ile yapılan bir röportajı incelerken bir süredir aklımda olan bu konuyu gündeme getirmek, yazıya dökmek istedim.
Metehan Altunbaş, Eskişehirspor'dan Avusturya'nın LASK Linz takımına henüz 18 yaşında transfer olmuş değerli bir oyuncu. Tıpkı diğer yetenekli genç oyuncular gibi... Umarım Metehan da örnekleri gibi hayallerine kavuşur.
Hiç şüphesiz son dönemde 1. Ligden ve kulüplerimizin altyapısından Avrupa'ya transfer olan pek çok başarılı futbolcumuz var;
- Zeki Çelik
- Çağlar Söyüncü
- Merih Demiral
- Mustafa Kapı
- Umut Meraş
- Mert Çetin
- Cenk Özkaçar
Bu isimlere Metehan Altunbaş'ı, Eintracht Frankfurt'a transfer olan Ali Akman'ı ve belki de yakın zamanda Ömer Faruk Beyaz'ı eklemek mümkün.
Sistemsizliğe ve kısıtlı imkanlara rağmen sıkı çalışma ve yeteneğiyle bu seviyeye gelmiş oyunculardan söz ediyoruz.
Eminim birçok kişi Merih Demiral'ın hikayesini biliyordur; Altyapıda düşük ücrete oynamayı reddedip risk alarak azmettiği için bugün İtalya'nın en başarılı takımlarından birinde oynuyor.
Merih'in bu riski almasının altındaki neden, Türk futbolundaki sistemsizliğe ve altyapıya gereken önemin verilmemesine sessiz bir tepki, bir isyan olarak görülebilir.
Nice Merih'ler bu isyanı duyurma gayretinde oldu belki de...
Türk futbolunun geleceği bu isyanda mı bilinmez ama Türk futbolcuların geleceği bu isyanda gizli
Yıllardır futboldan anlamayan yöneticilere bir "Dur!" diyemeyenler elbette bu isyana bir süre sonra tepki gösterecektir. Futboldan anlayanların elini kolunu ise yıllaraca kurallarla, kısıtlamalarla, imkansızlıklarla bağladılar.
Altyapıdaki gençlere asgari ücret verilirken, A takımda oynayan oyuncular haklarını istediklerinde tehdit edilirken, "Bizim çocuk" diyip maaşları geç ve eksik verilirken, zemin, yayıncı kuruluş, yabancı sınırı tartışmaları yapılırken, birileri sürekli olarak komisyonunu, rantını düşünürken, menajerler vasıtasıyla hiç oynamayacak oyuncular transfer edilirken, hep günü kurtarma derdinde olurken, Türk futbolunu her gün kısır tartışmalar içerisine sokarken ve daha nice nice problemler dağ gibi birikmişken problemleri görmeyen, duymayan ve konuşmayanlar şimdi "Sessiz bir İsyan" edenlere elbette tepki gösterecektir.
Etik olmadığını düşünenler de olabilir. Bu yazının bir futbol yazısı olmasını isterdim ama Türk futbolunda futbola bu kadar yabancı isimler olunca bu yazı da amacını aşıp alanının dışına çıkmak zorunda kaldı.
Hem kaliteli futbol oynama açısından hem de ekonomik açıdan Avrupa futboluyla aramızdaki makas daha da açılmış durumda.
Bu problemin olumsuz tarafı olduğu kadar olumlu bir tarafı da var. Kısaca bu olumlu tarafı şöyle özetleyecek olursak;
Türk futbolcular artık A takımla ya da Süper Lig ile yetinmeyip doğrudan Avrupa'ya transfer oluyor.
Avrupa ile aramızdaki etkileşim eskiye oranla daha olumlu ve pozitif yönde.
17-18 yaşındaki gençlerimizin daha kolay transfer olmasını bu yönüyle de okuyabiliriz.
Elbette bunda Avrupa'da başarılı olan gençlerimizin payı çok büyük.
Avrupa'da gençlerimiz başarılı oldukça ülkemize ve Türk futboluna olan önyargılar bir bir kırılıyor.
Aradaki kur farkından ve fayda-maliyet açısından özellikle 1. Lig oyuncularına ve altyapı oyuncularına bir rağbet söz konusu.
Henüz çok erken ama 1. Lig düzeyinde Norveç, İsveç, Danimarka, Belçika gibi liglerin benzeri olma yolundayız.
Bu ligler genellikle yarışmacı değil, yetiştirici rolde olurlar ve yarışmacı takımların oyuncuları genellikle bu tip liglerden çıkar.
İyi eğitilmiş eğitmenler iyi yetiştirilmiş nesiller kazandırır
Yetenek konusunda şahsen hiçbir şüphem yok ama var olan yeteneği geliştirme, dönüştürme konusunda çok büyük eksiğimiz var. Bugün ülkenin ücra köşelerine dahi gittiğinizde yetenekli gençleri görmek, keşfetmek mümkün.
Yetenekli genç futbolcuyu doğru bir eğitimle ve kariyer planlamasıyla "Dünya Yıldızı" statüsüne taşımamız ve bu kolektif çalışmayı her bir yetenekli futbolcu için yapmamız gerekir.
Ne yazık ki antrenörlerimiz bu konuda yeterli bilgi ve donanıma sahip değil. Eksik yönlerinizi bilerek çalışmak günlük hayatta da başarıya ulaştırır. Elbette burada topu bireye atmak işin kolaycılığı olur.
TFF'nin yeterli eğitim vermediği ve verilen eğitimin uygulanabilmesi, pratikle pekiştirilmesi konusunda Avrupa'ya oranla eksik ve yetersiz kaldığını söylemek, bu problemin merkezini işaret etmemizi sağlar.
Buna bir örnek vermek gerekirse son dönemde Alman teknik direktörlerin öne çıkmasını, aldıkları eğitim süresiyle de açıklamak mümkün.
UEFA Pro-Lisans için 240 saat eğitimi yeterli görürken Almanya'da bu eğitimin süresi 800 saat.
Bu sayede detaylar üzerine daha fazla kafa yorma ve daha fazla pratik yapma imkanları doğuyor.
Maalesef, gençlere iyi bir eğitim verilemediği gibi iyi bir eğitim almalarının ve A takımda yer bulmalarının da önüne geçiliyor.
CIES Football Observatory'nin yayınladığı Ekim 2020 raporuna göre UEFA üyesi ülkelerin profesyonel takımları incelenerek yaş ortalamaları listelenmiş.
Ortaya çıkan tabloyu özetlemek gerekirse; yerli-yabancı ayırmaksızın genç oyuncu oynatma konusunda ülkemiz için durum içler acısı.
Bu listenin ilk sırasında yer alan takım, CSKA Moskova.
Son sırasında yer alan takım ise Gençlerbirliği.
Maalesef ki diğer Türk kulüpleri de Gençlerbirliği ile yarışır durumda.
Tablonun son kısmını ve yalnızca bizi ilgilendiren kısmını almak zorunda kaldım.
*Bu rapora takımların U-23 kadrosunda yer alan futbolcular dahil değil.
Hâl böyleyken genç oyuncularımızın bu duruma sanırım bir çeşit isyan ettiklerini söylemek çok da yanlış olmaz.
Radikal ve gerçekçi hamleler yapılana dek bu sessiz isyanı destekliyorum.
Dilerim ki bu sistemsizlik artık bir an önce son bulur.
Yalnızca futbolda değil, üretim ve üretme içeren tüm alanlarda tüketimin verdiği kısa süreli haz yerine üretimin verdiği heyecanı yaşamak ümidiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder